
Merhaba Okuyucularım! (Umarım vardır böyle bir kitle)
3 blog öncesinde İzmir-çeşme tatilimin akrabalarım tarafından ele geçirilişini anlatmıştım size. Kötü günlerdi onlar, daha kötüsü olamazdı sanki; ama oldu. Vallahi oldu...
2 sene sonra hayatıma büyük bir yön verecek sınava gireceğim için benle beraber ailem de heyecan yapmaya başladı şimdiden. Ne istiyorsam yapmaya çalışıyorlardı. Gitarım alındıktan sonra pek bir şey istemiyordum aslında ama İzmir'e yapılacak 1 haftalık kaçamağa da asla hayır diyemezdim. İçim temizmiş arkadaş, yazıldığımız kamptan haber geldi 1 hafta sonra İzmir-çeşme deki kampa bekliyorlardı. Evde gitsek mi gitmesek mi tartışması sürdü bir süre ama benim düşüncelerim son noktayı koydu; gidiyorduk. Bu sefer kararlıydık, kimseye haber verilmeyecekti ailece gidecektik. Sadece abimi geride bırakmak zorundaydık, eşek kadar olduğu için artık babamın güvencesi altında değildi ve iş bankasının kampından faydalanamazdı. Bavullar dolmaya ve hayaller kurulmaya başlandı...
Nihayet 1 hafta geçti ve yola çıktık. Buraya kadar her şey güzeldi. Yola çıkmamızla yine benim peşimi bırakmayan facialar ufaktan belirmeye başladı. 10 saate yakın yolculukta sadece 10 dk uyuyabildim. Çünkü otobüste keyfi yerinde olup uyuya kalan ve bütün otobüsün duyabileceği şekilde horlamaya başlayan babamı 5 dk arayla dürtüp uyandırmam gerekiyordu. Ne film seyredebildim ne dinlenebildim anlayacağınız. Öyle böyle bitti yolculuk geldik İzmir'e, ordan çeşmeye geçtik. İş Bankası'nın kampını gördüğümde zorlu geçen 10 saati hemen unutuverdim burda beni güzel günlerin beklediğini düşünüyordum. Daha beni zorlu kaç 10 saatin beklediğinden haberim yoktu tabi...
Yerleşir yerleşmez plaja koştuk. Annemle ben bilinçliydik, güneş kremini oramıza buramıza yedirdik. Babam ortaya yeni bir teori atmayı yeğledi. Bebek yağıyla güneş kreminin aynı görevi yaptığını düşünüyordu ve bunu kendini üzerinde deneyerek ispatlayacaktı. Yapma, etme dediysek de dinletemedik. Süt gibi beyaz babam bebek yağıyla o 40 derece sıcağın altına yatıverdi. İlk 2 gün güzel geçti onun adına ama ben daha arkadaş yapamadığım için ne tenis, ne tavla, ne okey, ne basketbol oynayabiliyordum ne de biriyle dubalara gidebiliyordum. Ayrıca dubalara tek gitmeme de izin vermediler, çocuk yerinde yüzüp durmak da bana koyuyordu. Henüz dert etmemiştim bunları. Her şey 3. günden itibaren başladı...
Babamın etini resmen pişiren o yağın etkisi görülmeye başlamıştı. Her tarafı hem davul gibi şişmiş hem de çok derin yanıklar oluşmaya başlamıştı. Canı yandıkça hırsını bizden çıkarıyordu. Çocuk gibi gıcıklaşmaya, sürekli homurdanmaya başladı. Ne yapsak batıyordu. Babamla düşüncelerimiz farklıydı ama kabul etmiyordu, alttan da almıyordu. Milletin aileleri tanıştıktan sonra çocukları birbiriyle arkadaş oluyordu, biz kendi çekişmelerimizden biriyle tanışma basamağına geçememiştik henüz. Ve her geçen gün babamın yanıkları daha kötü oluyor, babam daha da çekilmez bir hal alıyordu. Gece uyutmayan ve kabus görmeme neden olan horlamaları, sabah yanıklardan ve biran bile 'ben ne yapıyorum böyle?' diye düşünmemesinden kaynaklanan homurtusundan iyice bıkmaya başlamıştım. Bu biriken sinirim babamın frizbi alıp denizin çocuk bölümünde benle oynamak istemesiyle ve hayır dediğim halde baskı yapmasıyla patladı. Yine bozuştuk ve babamın düzelmeye niyetinin olmadığını o zaman anlamıştım. 4. günden sonra ne denize girdim ne bir etkinliğe katıldım tabi haliyle arkadaşım da olmadı. Evle internet kafe arasında gittim geldim 6 gün. İçim yanıyordu ama istediklerimi yapmama bir türlü izin verilmeyeceğini ve sürekli babamın laflarıyla canımın sıkılacağını bile bile plaja gitmemin bir anlamı yoktu. Hem sabahtan uyursam geceleri babamın horlamasına dayanamayıp balkonda uyumak zorunda kalmayacaktım. Ve her tarafımı yine sinekler ısırmayacaktı. Kendimi teselli ediyordum belki de, bilmiyorum.
Tatilin son günüydü, şans bu ya biriyle tanıştım. Çok tatlı bir kız, konuştuk baya keşke daha önce tanışsaydık diye düşündük ikimiz de... Onun sayesinde birisiyle daha tanıştım onla da iyi anlaştık. Ama babam yine yolunda giden bir şeyler görmüştü, bozmak zorundaydı. Zaten çok geç tanışmışız bari biraz muhabbet edelim dedik deniz manzarasına karşı banklarda oturmak istiyorduk. Telefon geldi babamdan ve 'seni almaya geliyorum, nerdesin?' dedi. Neden, arkadaşlar var desem de dinletemedim geç oldu diyordu. Yolun yarısından dönmek zorunda kaldım. Bu son kazık değildi son oyun daha can yakıcı olmalıydı. Oldu da...
Kampın başından beri tanışmak isteyip de bir türlü tanışamadığım birisi vardı. Son gün tanıştığım arkadaşların belki de bizi tanıştırabileceğini düşünürken, en azından gitmeden bir konuşabilsek diye hayaller kurarken onun arkadaşını çoktan bulduğunu gördüm, başbaşa derin bir sohbete dalmışlardı sonra da yanlarına birkaç kişi daha alıp dışarı çıktılar. O an üzülmüştüm ama sonra öğrendim ki konuştuğu kız kendinden 9 yaş büyükmüş meğerse. 'meehh, böyleleriyle zaten işim olmaz' diye düşünüp dönüş otobüsüne bindim. Bu defa babamı dürtme işini anneme bıraktım, ben bir güzel uyudum. Bolu'ya geri döndüğümüzü üşümeye başladığım zaman anladım. Eve döndük, hiç tatile gitmemişim gibi sanki.
Üzüldünüz biliyorum, merak etmeyin güzel şeyler de oldu kampta. Öyle bir geçer zamanki oyuncularından Aras Bulut İynemli, Yıldız Çağrı Atiksoy, Tolga Güleç kampa geldiler. Aras Bulut İynemli'yle fotoğraf çektirdim, tabi bu sırada ayağını da azıcık ezdim sanırım. Ve dizide gördüğünüz kadar yakışıklı, evet! Ayrıca çok hoş bir ses tonu var söylemeden geçemeyeceğim. Aman elemtere fiş kem gözlere şiş diyorum. Birkaç notla yazımı bitiriyorum.
*Tatile tek başınıza çıkabilene kadar tatile gitmeyin.
*Horlama problemi için çıkan burun bantları hiçbir halta yaramıyor, boşa para yatırmayın.
*Santana- just feel better dinleyin.
*Azalarak bitsin: Kendinden büyük kızlarla çıkan erkek topluluğu.
*Bir de şu sıralar Bolu'yu esir almış bir akım var, şeker pembesi t-shirt giyen ve iş adamı gibi yolda bile telefonu elinden düşürmeyen emo saçlı erkeklerle doldu ortalık. Bu modayı başlatan kişi Allah belanı versin diyorum bütün erkekleri şeker kız candy'e çevirdin, erkeklerden tiksinir oldum sayende, saygılar...